38,8256$% -0.04
44,0024€% 0.29
52,1012£% 0.07
4.132,83%0,59
3.310,21%0,63
9.482,96%-0,33
Boykot, tarih boyunca bir direniş aracı olarak kullanılmış, toplumsal reflekslerin en güçlü dışavurumlarından biri olmuştur. Tüketim alışkanlıklarını değiştirmeye yönelik kolektif bir irade göstergesi olan boykotlar, bazen bir milletin bağımsızlık mücadelesinde, bazen de siyasi veya ekonomik bir tavır olarak kendini göstermiştir. Türkiye’de boykotlar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 2000’lerden günümüze kadar farklı şekillerde ortaya çıkmıştır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Boykot Kültürü
Osmanlı’da boykotlar genellikle ekonomik sömürüye ve yabancı sermayeye karşı bir refleks olarak gelişmiştir. 1908’deki Reji İdaresi boykotu, yerli tütün üreticilerinin Fransız sermayeli tütün tekeline karşı verdiği mücadelenin bir parçasıydı. Halk, baskıcı politikalar nedeniyle Reji’nin ürünlerini almayarak direniş göstermiş, bu süreçte kaçakçılık ve yerel üretime yönelme artmıştır.
Bir diğer önemli boykot, 1913’te Osmanlı topraklarında Amerikan mallarına karşı başlatılan hareketti. ABD’nin, Osmanlı vatandaşı Ermenilere vatandaşlık hakkı vermek istemesi üzerine halk Amerikan mallarını protesto etmeye başladı. Ancak bu boykotun etkisi sınırlı kaldı, zira Osmanlı, ekonomik olarak dışa bağımlı bir haldeydi ve halkın tüketim tercihlerini değiştirecek bir üretim alternatifi oluşturulamamıştı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra boykot refleksi daha kurumsal bir nitelik kazandı. 1919’da İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlarla, işgal altındaki topraklarda yerli ekonomiyi koruma amacıyla Rum ve Ermeni tüccarlardan mal alınmaması yönünde bir boykot başlatıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bu refleks, millî iktisat politikaları çerçevesinde şekillenmeye devam etti.
Soğuk Savaş Döneminde Boykotların Siyasallaşması
1964 yılında ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu koyması, Amerikan mallarına karşı geniş çaplı bir boykot dalgasına yol açtı. “Cola içme, süt iç!” sloganlarıyla yürütülen kampanya, Amerikan markalarına yönelik tüketimden kaçınmayı teşvik etti. Ancak Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Batı ile kurduğu ekonomik ilişkiler nedeniyle bu tür boykotların kalıcı bir etkisi olamadı.
1970’li yıllarda ise boykot kavramı sadece dış politikaya karşı değil, işçi hakları mücadelesinde de önemli bir araç olarak kullanıldı. 15-16 Haziran 1970’te sendikal hakların kısıtlanmasına karşı büyük çaplı bir işçi hareketi gerçekleşti. İşçiler, üretimi durdurarak boykotun gücünü gösterdi. Aynı dönemde öğrenci hareketleri de eğitim sistemine, harçlara ve hükümet politikalarına karşı boykot eylemlerini sıkça kullanıyordu.
2000’lerden Günümüze Boykotun Dönüşümü
2000’li yıllarda Türkiye’de boykot, küreselleşen ekonominin ve sosyal medyanın etkisiyle daha hızlı yayılabilen bir eylem biçimi haline geldi. 2005 yılında Fransa’nın Ermeni Soykırımı’nı tanıyan yasa tasarısını kabul etmesi, Türkiye’de Fransız mallarına yönelik bir boykot dalgasına sebep oldu. Renault, Carrefour ve Danone gibi Fransız markalarına yönelik protestolar yapılsa da, bu boykotun uzun vadeli bir ekonomik etkisi olmadı.
2018’de ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımları ve ekonomik baskıları sonrası, devlet yetkilileri tarafından Amerikan ürünlerine boykot çağrısı yapıldı. Özellikle iPhone ve ABD menşeli markalara yönelik tepki, sosyal medyada büyük yankı buldu. Ancak küresel tedarik zincirleri içinde entegre hale gelmiş bir ekonomide, bu tür boykotların sürdürülebilirliği tartışmalı hale geldi.
Son olarak 2023 yılında İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları sonrası, Türkiye’de İsrail mallarına karşı geniş çaplı bir boykot dalgası başladı. Gazze’de yaşanan insani trajediye tepki olarak birçok STK ve bireysel tüketici, İsrail menşeli ürünleri satın almamaya yönelik kampanyalar düzenledi. Ancak İsrail ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin hacmi göz önüne alındığında, bu boykotun ekonomik boyutu sınırlı kaldı.
Özgür Özel ve CHP’nin Boykot Çağrısı
Günümüzde boykot sadece bireysel ya da sivil toplum hareketleriyle değil, siyasi partiler aracılığıyla da gündeme geliyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son dönemde yaptığı boykot çağrıları, özellikle ekonomi politikaları ve insan hakları ihlalleri çerçevesinde şekilleniyor. Ancak Türkiye’de boykotun geleneksel olarak kalıcı bir etki yaratamaması, bu çağrının ne ölçüde karşılık bulacağına dair soru işaretleri oluşturuyor.
Özel’in çağrısı, bir siyasi parti liderinin doğrudan boykot üzerinden kamuoyuna seslenmesi bakımından önemli bir gelişme olsa da, bugüne kadar Türkiye’de gerçekleştirilen boykotların başarı oranı düşünüldüğünde, sürdürülebilirliği ve etkisi tartışmaya açık. Tarih boyunca Türkiye’de boykotlar genellikle devlet eliyle veya büyük kitlelerin katılımıyla başarılı olmuştur. Bu nedenle CHP’nin çağrısının geniş bir halk desteği alıp almayacağı, toplumun ekonomik ve siyasi duyarlılığına bağlı olacaktır.
Boykot, bir protesto aracı olarak her zaman varlığını sürdürecektir. Ancak Türkiye gibi ekonomik bağımlılıkların fazla olduğu bir ülkede, boykotların etkili olabilmesi için hem siyasi hem de ekonomik dinamiklerin dikkatlice analiz edilmesi gerekiyor. Özgür Özel’in çıkışı, eğer somut bir ekonomik ve sosyal tabana oturtulamazsa, geçmişte olduğu gibi sembolik bir tepki olarak kalabilir.
“O küfrü kendi anneme edilmiş sayıyorum”